Hannah Arendt

Hannah Arendt (1906-1975)

Yazarlar: Himmet Hülür &Hamit Ölçer

Seslendiren: Bilimser Yağmur Demirel

Hannah Arendt, yirminci yüzyıl felsefi düşünce dünyasında önemli bir yere sahiptir. En temelde Arendt’in entelektüel vizyonu varoluşçu temalar içerir. Bunun yanında Arendt, fikirlerini belirli kavramlar etrafında ve çağın öne çıkan toplumsal problemleriyle bağlantılı olarak metodik biçimde serimler. Arendt’in fikirleri genel itibariyle “totalitarizm”, “kötülük”, “vita activa”, “gelenek” gibi anahtar kavramlarla derinleşen sistematik bir düşünce biçimini sergiler.

Arendt, ilkin Marbourg’da Martin Heidegger’in öğrenciliğini yapmış ve daha sonra Heidelberg’de Karl Jaspers’in öğrencisi olarak Augustinus’ta Aşk Kuramı adlı çalışmasıyla 1928’de doktorasını tamamlamıştır (Kılınç, 2003:541). Arendt’in düşüncelerinin temel dayanaklarının oluşmasında Kant ve Nietzsche’nin felsefelerinin belirleyici etkisinin olduğu görülür (Flatman, 1999:43).Yirminci yüzyılın önde gelen bir politik düşünürü olan “Alman felsefe geleneğinden yetişen, ancak çağının yaşadığı büyük trajedileri sorgularken evrenselciliğe karşı bir felsefi bakış açısına yerleşerek, aynı zamanda içinde yetiştiği gelenekle de hesaplaşan bir kuramcıdır” (Kılınç, 2003:541).

Almanya’nın Hanover kentinde doğan Hannah Arendt,1967 yılından yaşamının sonuna dek New York’taki New School for Social Research’da enstitü profesörü olarak görev yapmış ve Schocken Books’un editörlüğünü yürütmüştür. Arendt, çağının politik felsefecilerine öncülük etmiş ve totalitarizm hakkındaki düşünceleriyle sosyal bilimlerde kritik rol oynamıştır. Sosyologların ilgi alanına giren ve modern toplumun önemli sorunlarını oluşturan kamusal hayatın içindeki yalnızlaşma, izolasyon ve içsel varoluş gibi konularda katkılar sunmuştur. Bu noktada örneğin onun izolasyon üzerine düşüncesi psikolojik bir baskı olarak değil; söz konusu kitle toplumunun ürünü olan totaliter yapının bir sonucu olarak ele alınmaktadır (Turner, 2006:21-22).

Hannah Arendt genel olarak sosyal bilimlerden ve sosyolojiden nefret etmiştir (Baehr, 2010: 3). Ancak yine de Arendt’in düşünceleri sosyal bilimlerde önemli bir yer edinmiştir. Arendt’in, hayatın bürokratikleşmesi ile totalitarizm arasında kurmuş olduğu bağlantı bu anlamda dikkat çekicidir. Ona göre totaliter yapılar ve bunun şekillendirdiği bürokrasiler, insanları yönetim mekanizmasının çarkları içerisinde dönüştürerek insanlıktan çıkarıcı bir duruma yol açmaktadır (Arendt, 2012b:294). Arendt, 1933 yılında soykırımdan kurtulmak için Almanya’dan kaçmış ve ilkin Paris’te kaldıktan sonra 1941 yılında Amerikan vatandaşlığını alarak New York’a gitmiştir. Politik bir yorumcu olarak anti-semitizmin tarihi ve totalitarizmin kaynaklarına ilişkin önemli eserler bırakmıştır (Kristeva, 2018:10).

Arendt, yirminci yüzyıl Avrupa tarihinin travmatik hikâyesini anlamak isteyen ve daha genel olarak etrafımızdaki dünyayı düşünmemiz açısından çok önemli bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır (Swift, 2009:1). “Arendt’in çağının en korkunç deneyimini, totalitarizmi karakterize eden şeye ve onun nasıl mümkün olduğuna ilişkin ortaya koyduğu … anlatı, onun düşüncesinin hareket noktasıdır” (Kılınç, 2003:543). Arendt, dünyanın trajik vizyonunu sergiler ancak yine de umutla aşılanmış bir vizyonu da somutlaştırır. Bununla birlikte, onun vizyonu hayatındaki olayların ve entelektüel uğraşlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Parekh, 2008:7-8).

Arendt’in “kötülük” sorunsalı hakkındaki düşünceleri sosyolojik bir derinliğe sahip olmasıyla onu başka birçok düşünürden ayırır.Arendt’e göre kötülük tek taraflı işleyen bir süreç olmayıp söz konusu kötülüğe karşı sessiz kalan kitlelerin “kayıtsızlığının” bir ürünü olarak şekillenir. Tam da bu bağlamda totalitarizmin yıkıcılığı, totaliter yapıya kayıtsızlığın baş göstermesiyle ortaya çıkan bir kötülük durumudur (Arendt,2014:38).“Çağcıl yığınları harekete geçirmenin amacı, halkı şekilsiz bir insan yığınına dönüştürmektir, böylece topluluk olmanın her tür boyutu dışlanmış olmaktadır” (Enegrén, 2003:910).

Arendt’in totalitarizm üzerine düşüncelerini salt klasik politika biliminin ya da politik felsefenin çerçevesinden okumak güçtür. Bu açıdan Arendt, totalitarizm kavramını daha ziyade temeli sosyolojik argümanlarla örülü olan bir perspektiften ele alır. Ona göre totalitarizm, insanlar üzerinde kurulan despotik bir yönetim tarzından çok insanların gereksizliği fikri üzerine bina edilen bir yapı olma özelliğini sergilemektedir (Arendt, 2014:277).Arendt, totalitarizm tartışmasıyla, kitleselleşen insanın kendi öz değerlerinden uzaklaştırılmasının bir tezahürü olarak ortaya çıkan ve gelişen bir yapıyı açığa vurur. Böylece Arendt’e göre (2014:228) totalitarizm bizi her şeyin mümkün olduğu korkunç ve absürd bir sonuca doğru götürmektedir.

Arendt, “gelenek” olgusunun insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu düşünür ve geleneğin insan aklı ve tahayyülü üzerindeki etkisinin tamamen silinemeyeceğini vurgular. Sözgelimi köklü değişime neden olan fikirler beraberinde geleneksel olanın daha da güçlenmesine ortam hazırlayabilir. Örneğin Kierkegaard ile Nietzsche’nin kavramlar arasındaki hiyerarşik yapısökümünü bilinçli biçimde gerçekleştirmesiyle beraber geleneksel düşünme formları ortadan kalkmamış aksine 20. yüzyılda geleneksel olanı besleyecek çok daha formel ve buyurgan düşünceler ortaya çıkmıştır (Arendt, 2012a:42-43). Arendt’e göre modern çağ, insanlığı kendi geleneğinden kopardığından, düşünmenin iş görebileceği anlam dizgesini de yok etmiştir (Kılınç, 2003:546).

Hannah Arendt’in düşüncesinde vita-activa (etkin yaşam) insanlık durumunu ifade eder; bu kavramdan hareketle“özgürlük, eşitlik, şiddet, devrim, totalitarizm, kitle toplumu, siyaset gibi kavramları açıklamaya çalışmıştır” (Doğanay, 2018:211). “Düşünmenin önemi ve bir etkinlik olarak insan yaşamındaki anlamı, Arendt’in entelektüel yaşamının başından beri varlığını gösterir” (Keskin, 2019:104).

Arendt’e göre insan ancak etkin bir yaşam (vita activa) sürdüğünde kendilik bilincine ulaşabilir. Buna göre insan bir şeyler yapmaya yani eylemde bulunmaya yöneldiği ölçüde bütünlük duygusuna erişebilecek ve böylece dünyada gerçek anlamda varlığını sürdürebilecektir (Arendt, 1994:39). Arendt, vita-activa’yı dünyadaki varlığımızın üç temel faaliyetine karşılık gelen üç temel kategoride analiz eder: emek, iş ve eylem (D’Entréves, 2001:65). Arendt’te eylem, düşünmeden bağımsız değildir.

Emek, (labour) yaşamın insanlık durumuna bağlı faaliyeti, dünyevi durum ve eylem, çoğulluğun durumuna bağlı eylemi ifade eder. Arendt’e göre her etkinlik, kendine ait olma anlamında özerk olup ayırt edici ilkeler ve farklı kriterlere göre anlam kazanır. Emek, insan yaşamını sürdürme ve biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılama kabiliyeti ile değerlendirilir (D’Entréves, 2001:65). Çalışmada bireysellik için daha fazla alan vardır; ancak üreticinin varlığı son ürüne bağlıdır. Bu noktada sadece belirli yetenekler dikkate alınır.Eylem ve buna bağlı olarak düşünmede ise bireyler kendilerini benzersiz varlıklar olarak ortaya koyarlar ve farklı kişiliklerini dünyaya açarlar (D’Entréves, 2001:72).

Arendt’in kötülük üzerine bakışı aynı zamanda insanın kendi üzerine düşünmesiyle aşılabilecek bir özgürlük sorunsalı olarak ortaya çıkar ve Arendt, kötülüğe karşı “düşünme” eyleminin gücüne vurgu yapar. Bu bağlamda düşünme, insanın ahlaki bir varlık olması açısından doğrudan rol oynamakta ve insanın yargılama yetisinin özgürleşmesine imkan vermesi açısından dikkate değer olmaktadır (Keskin, 2019:117-118). Arendt’e göre düşünme eylemi her şeyden önce insanın kendi kötülükleri üzerine bir farkındalığa yol açar.

Arendt, Batı’da kamusal alan ile özel alan arasındaki çizgilerin ortadan kalkması, iktisadi ilgi ve çıkarların yaşamın bütün yönlerini tehdit etmesi gibi konular başta olmak üzere modern toplumun pek çok sorunuyla ilgili ciddi analizler yapmış ve tarihsel determinizmi dışlayarak fenomenolojik bir bakış açısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu anlamda Arendt, konuşma ve eylemde bulunmanın insanın varoluşu için kaçınılmaz olduğuna ve ancak bunlar etkin olduğu ölçüde insanın kendi biricikliğini yaşayabileceğine vurgu yapar (Cevizci, 1999:71).

Hannah Arendt’e göre, modernizmin kendi içinde taşıdığı çıkmazlar totalitarizmin ana kaynağını oluşturmakta ve bu totaliter durum sadece politik varlık olarak insanı değil tüm yaşamsal kaynakları tehdit etmiştir. Arendt, insanlık durumunu her ne kadar Nazi Soykırımı örneği üzerinden ele alsa da onun ortaya koyduğu bakış açısı evrensel özellikler taşımaktadır. Onun insanlık durumu tartışması sadece insan ile ilgili olmaktan öte yeryüzünün tüm yaşam formlarıyla bağlantılı bir duruma işaret eder.

Arendt’in vita activa nosyonunun içerdiği emek sorunsalı, ortodox Marxist yabancılaşma nosyonunu çağrıştırır. Bununla beraber Arendt’in totalitarizm kavramı tartışmaları etrafında ortaya koyduğu fikirler klasik siyaset felsefesinden uzak daha geniş sosyolojik ve varoluşçu öğeler taşımasıyla yirminci yüzyıl düşüncesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Kötülüğün yaygın bir sorun olmasını kitlelerin kayıtsızlığına bağlaması, dolayısıyla totalitarizmi ve yıkıcılığı tek taraflı olarak ele almaması, mevcut insanlık durumuyla ilgili kötümser bir değerlendirmeyi yansıtmakla birlikte kayıtsızlıktan kurtulmanın imkanına da işaret etmektedir.

Kaynakça

Arendt, Hannah (1994). İnsanlık Durumu (Çev. Bahadır Sina Şener). İstanbul: İletişim Yayınları.

Arendt, Hannah (2012a). Geçmişle Gelecek Arasında: Siyasi Düşünce Konulu Altı Deneme (Çev. Bahadır Sina Şener). İstanbul:İletişim Yayınları.

Arendt, Hannah (2012b). Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te (Çev. Özge Çelik). İstanbul: Metis Yayıncılık.

Arendt, Hannah (2014). Totalitarizmin Kaynakları-3: Totalitarizm (Çev. İsmail Serin).İstanbul: İletişim Yayınları.

Baehr, Peter (2010). Hannah Arendt, Totalitarianism  and The Social Sciences. Stanford. Stanford University Press.

Cevizci, Ahmet (1999). Paradigma Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.

D’Entréves, Maurizio Passerin (2001). The Political Philosophy of Hannah Arendt. New

York: Routledge.

Doğanay, Gülmelek (2018). Siyaset Alanını Arındırma. Hannah Arendt’i Yeniden Düşünmek.

Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 20(2), s. 211-231.

Enegrén, Andre (2003). Totalitarizm (Çev. Hüsnü Dilli), Philippe Raynaud & Stephane Rials (Yay.Haz.), Siyaset Felsefesi Sözlüğü (Çev. İsmail Yerguz & Necmettin Kâmil Sevil Emel Ergun & Hüsnü Dilli). İstanbul: İletişim Yayınları.

Flathman, Richard E. (1999). Arendt, Hannah., Robert Audi (Ed.)., The Cambridge Dictionary of Philosophy. s. 541-547., Cambridge: Cambridge University Press.

Keskin, Sengün Meltem Acar (2019). Düşünme Kötülüğü Alt Edebilir mi? Hannah Arendt’te Düşünme Üzerine. Beytulhikme, 9(1), s. 103-119.

Kılınç, Nilgün Toker (2003).Arendt, Hannah., Ahmet Cevizci (Ed.), Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 1, s. 541-547. İstanbul: Etik Yayınları.

Kristeva, Julia (2018). Hannah Arendt. Yaşam Bir Anlatıdır (Çev. Necdet Dümelli). İstanbul:İletişim Yayınları.

Parekh, Serena (2008). Hannah Arendt and The Challenge of Modernity: A Phenomenology of Human Rights. New York: Routledge.

Swift, Simon (2009). Hannah Arendt. New York: Routledge.

Turner, Bryan S. (2006). Arendt, Hannah (1906-1975). Bryan S. Turner (Ed), The Cambridge

Dictionary of Sociology, s. 21-22. Cambridge: Cambridge