Jacques Lacan

Jacques Lacan (1901-1981)

Yazarlar: Himmet Hülür & Hamit Ölçer

Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın psikanaliz bilimi açısından önemli bir yere sahip olduğu kadar genel itibariyle toplum bilimlerinde de etkili olmuş bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Lacan’ın dönemine kadar psikanaliz bilimi daha ziyade Freud’un fikirlerinin egemenliği altındaydı. Lacan da ilkin Freud’u takip ettiği halde sonrasında psikanaliz dünyasının alışılagelmiş ön kabullerini yapı-bozuma uğratarak sosyal bilimler açısından önemli tartışmalara yol açmıştır. Objet petit a, jouissance, Öteki, imgesel-simgesel-gerçek üçlüsü, ayna evresi kuramı ve genel olarak bilinçdışı ve dilbilim üzerine çalışmaları psikanaliz bilimine yaptığı en önemli katkılardır.

Jacques Lacan, Paris’in Montparnasse’ında orta sınıf Katolik bir ailenin konforlu ortamında büyümüştür ve zamanın prestijli Katolik Okulu olarak bilinen Collège Stanislas’da parlak bir öğrenci olarak dikkat çekmiştir. Lacan, felsefe, din ve Latince konularında çalışmalar yaparak kendisini yetiştirmiştir (Homer, 2005, s. 3). 1932’de ünlü paranoid-psikoz vakasının analizini konu edinen doktorasını sunmuştur (Monnier, 2007, s. 2527). “Psikanalizi kuramsal anlamda yaptığı çalışmalar ve tanımladığı bazı yeni terimlerle daha da zenginleştirmiş olduğu söylenebilir” (Tuzgöl, 2018, s. 45).

1951’de haftalık olarak başladığı seminerlerini yaşamının sonlarına doğru noktalayan Lacan’ın bu seminerlerine Sartre, de Beauvoir, Levi-Strauss, Marleau-Ponty, Barthes, Althusser, Kristeva ve Irigaray gibi Fransız entelektüel dünyasının en önemli simaları eşlik etti (Grosz, 1998, s. 15). Lacan ayrıca 1963’te Ecole Pratiquedes Hautes Etudes’de konferans sorumlusu olarak Paris Freudyen Okulu’nu (Ecole Freudienne de Paris) kurdu (Marshall, 1999, s. 451). Lacan’ın kızı Judith, Jacques-Alain Miller ile (Alain, aynı zamanda Lacan’ın seminerlerini derleyenlerin başında gelmektedir) evlendi. Miller, Lacan ile yakın çalışan genç bir felsefecidir. Jacques Lacan, 9 Eylül 1981’de mide kanserinden dolayı yaşama veda etti (Lee, 1991, s. xvii).

Jacques Lacan’ın görüşlerini daha iyi anlamak için onun yazınsal izleğindeki temel aşamaları dikkate almak gerekir. Çünkü Yücedağ’ın (2018, s. 52) belirttiği gibi Lacan üzerine yapılan herhangi bir çalışmada karşılaşılabilecek en temel problemlerden biri, Lacan’ın neredeyse on yılda bir değişen düşünce serüvenidir. Bu anlamda Lacan bazen kavramlarını revizyondan geçirmiş bazen de kullanmış olduğu kavramları yok sayarak farklı türden kavramsal bir maceraya atılmıştır. Jacques Lacan’ın merkezi referans noktasını, psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud’un görüşleri oluşturmaktadır (Elliott, 2916, s. 140).

Öte yandan Lacan hem genel anlamda psikanalize hem de Freud’a yönelik ciddi eleştiriler getirmiştir. Lacan’ın Freud eleştirisi bir polemik konusu olmanın ötesinde kuramsal tartışmanın bir tezahürünü teşkil etmektedir. Lacan, Freud’un fikirlerine bir bütün olarak baktıktan sonra onun kişiyi cezbeden bir şeyleri barındırdığını ancak bir noktadan itibaren psikanaliz etiği dediği şeye saldırmaktan da kendini alamadığını dile getirir (Lacan, 1997, s. 89). Jacques Lacan, Freud’un kuramları altında şekillenen psikanalizin fizyolojik bakış açısını kültürel yönden ele alır ve böylece psikanalizdeki cinsellik, arzu ve bilinçdışı gibi tartışmalara yeni bir boyut kazandırır. Bu anlamda tartışmalı da olsa Lacan’ın Freud’dan beri bilinen psikanalizin en önemli kurucu babalarından biri olduğu söylenebilir (Homer, 2005, s. 1).

Jacques Lacan, Sigmund Freud’un çalışmalarını Ferdinand de Saussure’ün yapısal dilbiliminden yola çıkarak yeniden yorumlama girişiminde bulunmuştur. Ayrıca Lacan’ın psikanaliz üzerine çalışmalarında Levi-Strauss, Hegel ve Heidegger’in etkisinin olduğu görülmektedir. Lacan’ın üzerinde özellikle Hegel’in felsefi etkisi görülür. Öyle ki Lacan Hegelci olduğu müddetçe her zaman için gerçeğin aynı zamanda ussal olduğu fikrini kabul etmekte ve yinelemektedir (Clero, 2011, s. 53).

Lacan’ın yazılarının pek çoğunun ilk okumada olağanüstü derecede zorluk arz ettiği kabul edilmektedir; öyle ki daha sonraki okumalarda bile bu zorluğun değişmeyebildiği görülebilir (Bowie, 2007, s. 10). Bu anlamda Lacan okunamaz olma ününü edinmiştir, ancak bir ölçüde anlaşılma sorununa rağmen eserine özgü bir okuma tekniği ile o kadar da zor olmadığı fark edilir (Chiesa, 2007, s. 3). Bir Lacan okumasında Platon, Aristo, Kant, Hegel, Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche okumalarından gelen çok sayıdaki kavramın geçtiği görülür (Clero, 2011, s. 10). Bütün bunların yansıra Lacan’ın bir yandan yalın olmayı ve açıklığı amaçlayan bir dilde de psikolojiyi düşlediğini görmekteyiz (Bowie, 2007,  s. 12).

Lacan, psikanalizin kuramsal ve uygulamalı alanını yapı-bozuma uğrattığı görülmektedir. Lacan, bu bağlamda örneğin cinselliğin ve arzunun esasen anlam üretiminin ya da ihlalinin temelini teşkil ettiği, dolayısıyla arzunun fizyolojik bir açıklamanın ürünü olduğu kadar aynı zamanda kültürel anlamlar ve temsillerden de kaynaklandığı görüşünü ileri sürerek Freud’un biyolojik dürtüler kuramına karşı bir tez ortaya atmıştır (Marshall, 1999, s. 40). Lacan’ın arzu kavrayışı üzerinde Freud’dan ziyade Hegel’in etkisinin olduğunu görmekteyiz. Lacan’a göre arzu bireyi kaygılandırıp eyleme itmekte ve sonsuz bir arayışa sürüklemektedir. Eylemler arzuyu devamlı biçimde olumsuzlama yoluyla giderir ancak. Buna göre bir şeyi arzulamak aynı zamanda bir başkasının arzusunu da arzulamak anlamına gelir ki bu da arzunun her zaman için başkasının arzusu olması demektir. Bir başkasının arzusunu arzulamak gerçekte bir tanınma ya da tanıma biçimi demektir (Sarup, 2004, s. 32-33).

Lacan, arzuyu her zaman için sonsuz, tanımlanamayan bir eksiklik biçimi olarak yani “obje petit a” (nesne a) olarak tanımlarken arzuya negatif bir anlam atfetmiştir. Bu bağlamda oluşan nesne esasen bir boşluktan ibarettir, herhangi bir öteki kişi ya da öteki nesne anlamındadır. Bu durumda özne aslında kendisini asla dolmayacak bir boşlukla özdeş kılmış ve bölünmüş bir özne olarak yani devamlı arzulayan bir özne olarak kuracaktır (Evran, 2018, s. 60). Öte yandan Lacan’ın arzuyu negatif yorumlaması özellikle Deleuze ve Guattari tarafından eleştirilere uğrasa da Lacan’ın söz konusu arzunun her zaman için bir başkasının (Öteki’nin) arzusu olarak kurgulandığı yolundaki vurgusu, bireylerin toplum ile ilişkisinin Ödipal kurulum tarzlarını ifşa etmesi bakımından psikanaliz dünyasında derinlikli bir düşünme yarılmasına yol açmıştır.

Lacan’ın “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” sözü tözcü bir yaklaşımın ötesinde kültürle bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dil tek başına bir anlam ifade etmez ve kültür ortamından rafine olup Öteki ile anlam kazanır. Öteki ile bağlantı kuran dil böylece norm ve değerlerin simgesel düzeninde şekillenmektedir ki bu da Lacan’ın bakış açısının Levi-Strauss’un kandaşlıkla ilgili çalışmalarından etkilendiğini göstermektedir. Ona göre bilinçdışı göstergelerin inşa ettiği bir malzeme yığınından oluşmakta ve dolayısıyla bu durum denetimimiz dışında bir anlamlandırma sürecini yani bir dilin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Dilin denetimimiz dışında yapılandırılması da Öteki ile anlamlandırılmasını doğurmuştur (Yücedağ, 2018, s. 54-55).

Saussure, söz konusu gösterenlerle gösterilen arasındaki bağlantının statik ve tahmin edilebilir olduğunu dile getiriken Lacan’ın görüşünde bir gösteren her zaman için başka gösterenlerin tezahürünü oluşturur. Bu anlamda her sözcük ancak başka sözcüklerle tanımlanabilir. Böylece gösteren ile gösterilen arasında herhangi bir bağlantı söz konusu değildir. Birey tüm hayatı süresince pek çok anlamlama halkasını oluşturmakta ve devamlı biçimde eski kavramları yeni olanlarla değiştirmektedir. Derrida’da olduğu üzere Lacan için de gösterilen başka bir şeyin yerine konulabilir yani gösterilen aynı zamanda gösterenin işlevini görebilmektedir (Sarup, 2004, s. 22-23).

Lacan’ın biyoloji merkezli Freudyen psikanalize yönelik eleştirel kavramlardan biri de “jouissance” kavramıdır. Jouissance kavramını bir “zevk” ya da “haz” olarak ele alsak da Lacan’ın bu kavramı salt bizim bildiğimiz cinsellikle olan çağrışımından çok daha farklı bir düzeyde işlediği görülmektedir. Bu bakımdan jouissance kavramının bedensel bir hazza gönderme yapmanın ötesinde bir anlama sahip olduğu açıktır (Nasio, 2007, s. 32). Yücedağ’ın ifadesiyle (2018, s. 59) “Jouissance sadece cinsel bir hazzı ifade etmez, hazzın sonucunda ortaya çıkan acının keyfidir”.

Lacan, özneyi ahlaki eyleme sevk eden “ideal ego”, “ego-ideal” ve “süperego” terimleri üzerinden Freud’un id-ego-süperego kavramlarını yeniden yorumlar. Buna göre ideal ego, kişinin başkaları tarafından nasıl görülmek istediğine karşılık gelmektedir. Ego-ideal, etkilemeye çalıştığımız bakışın sahibi olan faildir ve bunun karşılığı Büyük Öteki’dir. Süperego ise aynı failin sadistik ya da cezalandırıcı kişiliğine karşılık gelmektedir. Bu her üç kavramın temelini ise imgesel-simgesel-gerçek üçlüsü oluşturmaktadır (Zizek, 2012, s. 110-111).

İdeal ego kavramı Lacan’ın “küçük öteki” diye isimlendirdiği “imgesel” olana karşılık gelmektedir. Ego ideal, “simgesel” olana karşılık gelmektedir ve burası “Büyük Öteki” diye bilinen kendimizi gözlemlediğimiz ve yargıladığımız yerdir. Süperego ise “gerçek” olana karşılık gelmektedir ve süperego günahkâr çabalarımızı bastırmakta ve onun taleplerini karşılamaya çalıştıkça bizi hep daha fazla suçlu konuma düşürmektedir (Zizek, 2012,  s. 111).

Lacan, 3 Ağustos 1936’da Uluslararası Psikanaliz Demeği’nin Marienbad’taki ondordüncü kongresinde ‘ayna evresi’ ile ilgili ilk sunuşunu yapmıştır (Bowie, 2007, s. 196). Lacan (daha sonra ayna kuramının yapıtaşlarını oluşturan) imgesel-simgesel-gerçek üçlüsünün detaylı açıklamasını ise adına ünlü Roma Konuşması denilen konferansa taşımıştır (Lacan, 2012, s. 47). Lacan’ın ayna evresi metni özellikle film analizi ve kültürel çalışmalarda en çok alıntılanan metinleri arasındadır. Bu metin 1968 tarihinde İngilizceye tercüme edilmiş ve de New Left Rewiew adlı dergide yayınlanmıştır. Bunun sonucu Lacan’ın kuramını film analizi ve kültürel çalışmalar alanında yayılmıştır (Tuzgöl, 2018, s. 45-46).

“Ayna evresi (stade du miroir) basitçe bireyin tarihinde bir çağ değil, içinde insan öznesinin savaşının sürekli devam ettiği bir veçhedir (stade)” (Bowie, 2007, s. 29). Lacan’a göre bebeğin yabancılaşması ve özdeşleşmesinin başlangıç yerini ayna evresi oluşturur. Bu evrede bebek aynada kendisini veya aksi olan bir şeyi görünceye dek annenin bir parçası olarak hayatına devam etmektedir (Tüzgöl, 2018, s. 44). Ayna evresi aynı zamanda üç farklı benlik tasarımının varlığına dikkat çeker. Bunlar imgesel-simgesel-gerçek üçlüsünden oluşmaktadır.

Tuzgöl’ün aktarımıyla (2018, s. 46-47) ayna evresinde İmgesel olan, özdeşleşmeyi, duyu algısını ve bütünlük duygularını ifade eder. Simgesel olanda, özdeşleşme ve idealleştirmelerin esas kaynağı dil üzerinden kültürün oluşturduğu simgesel unsurlarla şekillenmektedir. Gerçek olan ise dil alanının dışında olup sembolleştirilemeyenin sahasıdır. Sözgelimi anne rahmindeki bebeğin deneyimi veya henüz konuşamayan ve imgeler oluşturamayan bebeğin deneyimleri Lacancı bağlamda gerçek olana tekabül eder.

Lacan, sosyal bilimler açısından önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu anlamda örneğin sosyologların Lacan’a daha çok merkezsizleşmiş ve karmaşık özne ve toplumsal cinsiyet farklılıkları açısından başvurdukları görülmektedir (Marshall, 1999, s. 452). Dahası “Fransız psikanalizi, Lacan aracılığıyla, genelde post-yapısalcılıkla ve özelde post-yapısalcı feminizmle ilişkilendirilmiştir” (Marshall, 1999, s. 607). Örneğin Grosz (1998, s. 191) feministlerin öznellik, bilgi, arzu sorunsalı noktasında Lacan’ı görmezden gelmenin tehlikeli olabileceğini ve bu anlamda Lacan’ın görüşlerinin feminist tartışmalarda geniş kapsamlı etkisinden söz eder. Bunun yanı sıra Lacan’ın bir toplum kuramcısı olduğu söylenemese de çağdaş toplum kuramı üzerindeki etkileri çok geniştir (Elliott, 2016, s. 140).

  1. yüzyılın eşiğinde Lacan’ın kuramlarının klinik ortamdan ziyade sosyo-kültürel çalışmalarda uygulanması Lacan’ın fikirlerinin yalnızca yapısalcılık ya da postyapısalcılık ekseninde değil aynı zamanda posthümanist çerçevede de öznellik, dil, maddi gerçekliğin temsil edilişinde dil ve öznenin yetkinliği gibi farklı alanlarda da uygulanabileceğine dair bir fikir vermektedir. Dahası arzu, eksiklik ve jouissance kavramı üzerine dile getirdikleri ile öznenin biçimlenmesinde imgeye yapmış olduğu vurgu, Lacan’ın, dijital kapitalist sistemin imgeler üzerinden biçimlendirdiği yeni öznelliklerin analizinde de bir başvuru olma potansiyeline sahip olduğu söylenebilir (Birlik, 2019, s. 541).

Jacques Lacan’ın sadece psikanaliz bilimi açısından değil aynı zamanda yapısalcı dilbilim kuramlarının ve yapısalcı toplum kuramlarının eleştirisine dönük bir bakış açısı sunması açısından da önemli katkılar sağladığı görülmektedir. Bu anlamda onun “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” sözünün, bireyin toplum içindeki özneleşme pratiklerini psişik boyutlarıyla ele alması bakımından sosyolojik bir derinliğe sahip olduğu açıktır. Dolayısıyla Lacan’ın, simgesel düzenin toplumsal ortamın bilinçdışı yapılarının oluşumundaki başat rolünü anlamamızda önemli bir figür olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Kaynakça

Birlik, Nurten (2019). Jacques Lacan’ın Yapısalcılıkla Karmaşık İlişkisi. DTCF Dergisi,

59(1), s. 529-542

Bowie, Malcolm (2007). Lacan (Çev. V. Pekel Şener). Ankara: Dost Kitabevi.

Elliott, Anthony (2016).Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş (Çev. İbrahim Yıldız & Aylin Görgün Baran). Ankara: Dipnot Yayınları.

Evran, Ahmet (2018). Bir Düşünme Biçimi Olarak Psikanaliz. Vira Verita E-Dergi, 7, s. 56-

76.

Clero, Jean-Pierre (2011). Lacan Sözlüğü (Çev. Özge Soysal). İstanbul: Say Yayınları.

Grosz, Elizabeth (1998). Jacques Lacan: A Feminist Introduction. London: Routledge.

Homer, Sean (2005). Jacques Lacan. London: Routledge.

Lacan, Jacques (1997). The Seminar of Jacques Lacan (Ed. Jacques-Alain Miller), Newyork: Northon Company.

Lacan, Jacques (2012). Baba-nın-Adları (Çev. Murat Erşen). Monokl Yayınları.

Lee, Jonathan Scott (1991).  Jacques Lacan. Amherst: University of Massachusetts Press.

Lorenzo, Chiesa (2007). Subjectivity and Otherness: A Philosophical Reading of Lacan. London: The MIT Press.

Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü (Çev. Osman Akınhay). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Monnier, Christine A. (2007). Lacan, Jacques (1901-81).The Blackwell Encyclopedia of Sociology  (Ed.George Ritzer), s. 2527-2528. Oxford: Blackwell Publishing.

Nasio, J.D. (2007). Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders (Çev. Özge Erşen& Murat Erşen). Ankara: İmge Yayınları.

Sarup, Madan (2004). Postyapısalcılık ve Postmodernizm (Çev. Abdulbaki Güçlü). Ankara.

Bilim ve Sanat Yayınları.

Tuzgöl, Kâmil (2018). Lacanyen Psikanalitik Kuram ve Öznenin Konumu. Türkiye Bütüncül

Psikoterapi Dergisi, 1(1), s. 41-53.

Yücedağ, İbrahim (2018). Gerçekliğin İki Sarkacı: Deleuze’de Lacancı İzler. Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine (Ed. Zülküf  Kara), s. 51-73. Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları.

Zizek, Slavoj (2012). İdeolojinin Aile Miti (Çev. Mine Yıldırım). İstanbul: Encore.